İman, Mümin, Hak Mümin
Anasayfa 111 » Kur'ân'daki İslam » İman, Mümin, Hak Mümin ---
Allahû Tealâ’nın insanlık için seçtiği ezelî ve ebedî dîn olan İslâm, 7 safha 4 teslimden oluşan bir bütündür. Kişi ancak bütünü hayatına geçirdiği takdirde Hak mü’min olmak şerefine erer.

1.Allah’a ulaşmayı dilemek
2.Mürşide tâbiiyet
3.Ruhun Allah’a teslimi (1.teslim)
4.Fizik vücudun Allah’a teslimi (2.teslim)
5.Nefsin Allah’a teslimi (3.teslim
6.İrşad olmak
7.İradenin Allah’a teslimi (4.teslim)

İşte bu 7 safha ve 4 teslimden ibaret olan Kur’ân’ın bütününü yaşamak, kişinin evvelâ îmân sahibi olmasını gerektirir. Îmân sahibi kişi Kur’ân-ı Kerim’de mü’min olarak adlandırılmıştır. Ancak kişinin Allah’ın dilediği standartta bir mü’min olması, îmân sahibi olmanın ötesini gerektirir. Kurtuluşa erecek olan mü’minler Kur’ân-ı Kerim’de “âmenû” kavramı ile ifade edilmiştir.
Sözlük anlamı itibariyle; îmân; inanç anlamına gelen bir kelimedir. Mü’min ise Allah’a îmân eden, inanan demektir. Kur’ân-ı Kerim’de iki gurup mü’minden söz edilmektedir.

•    Mü’minler
•    Hak mü’minler


Müminler, Allah’a inananlardır. Ama cennete girecek mü’minler; inanan mü’minlerin ötesinde, Allah’ın davetine icabet edenlerdir.

Allahû Tealâ’nın daveti nedir?

Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 14.âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

“Lehu da’vetul hakk(hakkı); Hakk’ın daveti Onadır.”

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.

Teslim yurdu Allah’ın Zat’ıdır. Kaldı ki İslâm, teslim demektir ve ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslim edilmesi hepimizin üzerine defaatle farz kılınmıştır. İşte bu dört teslimi yerine getirmenin olmazsa olmazı, evvelâ Allah’ın davetine icabet etmek, Allah’a ulaşmayı dilemektir.

Allah’a ulaşmayı dilemek kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de âmenû olmak, münîb olmak, enabe, enîbû, munîbiyne kelimeleri ile ifade edilmiştir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de îmân kelimesinin kökünden gelen âmenû kelimesini de iki ayrı cephede inananlar için kullanmıştır.

1-Allah’a inanan ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen âmenûlar: Onlar, Allah’a inanan mü’minlerdir ama Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için kurtuluşa ermeleri mümkün değildir. 

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde îmân etmenin tek başına kişiyi kurtuluşa erdirmeyeceğini açık ve net olarak ifade etmiştir.

32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez."

2.Allah’a inanan ve Allah’a ulaşmayı dileyen âmenûlar: Onlar, Allah’a inanmanın ötesinde Allah’ın davetine icabet etmiş ve Allah’a yönelmiş olanlardır. Kurtuluşa ulaşacak olanlar da onlardır.

Bir insan îmân sahibidir ama henüz Allah’ın davetine icabet etmediği cihetle küfürdedir. Ne zaman ki o kişiye Allah’ın daveti ulaşır ve kişi davete icabet edip Allah’a ulaşmayı dilerse  hak mü’minlerden olur. Allahû Tealâ Enfâl Suresinin  29.âyet-i kerimesinde Allah’a inanan ama henüz Allah’a ulaşmayı dilememiş olan mü’minlerden söz etmektedir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Burada Allahû Tealâ’nın kullandığı “âmenû” kelimesi, inanan ama henüz Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişiyi ifade etmektedir. Ne zaman bu kişi takva sahibi olursa yani Allah’a ulaşmayı dilerse, bir başka ifadeyle münîb olursa işte o zaman hakk mü’min; Allah’a ulaşmayı dileyen bir mü’min olur. Diğeri de mü’mindir ama Allah’a ulaşmayı dilemediği için hak mü’min olmamıştır ve bu kişinin kurtuluşu ne yazık ki mümkün değildir.

Takva sahibi olmanın şartı, Allah’a inanan kişinin Allah’a münîb olması; Allah’a yönelmesi; yani Allah’a ulaşmayı dilemesidir. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır: 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Allahû Tealâ’nın Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesindeki; “Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olun ki Allah, size furkanlar (hak ve bâtılı ayırma özelliği) versin ve günahlarınızı örtsün. Sonra da sizin günahlarınızı sevaba çevirsin, size mağfiret etsin.” ifadesinde, Allahû Tealâ cennete girecek olan bir insandan bahsetmektedir. Çünkü Mu’minun Suresinin 102. âyet-i kerimesine göre kimin sevapları günahlarından fazla ise onlar felâha erenlerdir.

Takva sahibi olan kişinin kazandığı dereceler, kaybettiği derecelerden fazladır. Çünkü Allahû Tealâ o kişinin bütün günahlarını örtmüştür, geriye sadece kişinin sevapları kalmıştır. Günahları sıfır olan bir kişinin bir derecelik sevabı olsa, o kişinin gideceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir. Öyleyse Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın kullandığı “âmenû olma” kelimesi, Allah’a inanan ama henüz Allah’a ulaşmayı dilemediği için takvsa sahibi olamamış mü’minleri ifade etmektedir.

Enfâl 29 ve Rûm-31’i bir arada mütâlea ettiğimizde de görüyoruz ki, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibidir. Ve Allah sadece takva sahiplerine furkanlar verir ve onların günahlarını örter. Kaf-31’e göre de cennet sadece takva sahipleri içindir.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

KALBİNE ÎMÂN YAZILANLAR ÎMÂNI ARTAN MÜ’MİNLERDİR

Bir insanın kalbine îmân yazılmadıkça o Allah’a inanıyor olsa da küfürdedir. Kim Allah’a ulaşmayı diler de, Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olursa, Allah o kişinin kalbine îmânı yazar. Artık bu kişi îmânı artan gerçek bir mü’min olmuştur.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

“Ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne: İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı.

•    Mürşidine tâbî olan ve ıslah edici ameller işleyenler gerçek mü’minlerdir.

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.

•    Hak mü’minler, dînde fırkalara ayrılmayanlardır.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

•    Allah, Allah’a ulaşmayı dileyen âmenûların dostudur.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

•    Allah’ın dostlarına; âmenû olanlara korku yoktur.

10/YÛNUS-62: E lâ inne evliyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
 10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
Buradaki âmenû olmak da Allah’a inanmanın ötesidir. Çünkü onlar Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhirah (âhirati), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

•    Gerçek mü’minler onlardır ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer.

8/ENFÂL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab’lerine tevekkül ederler.

8/ENFÂL-3: Ellezîne yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar namazlarını ikame ederler (kılarlar) ve rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.

8/ENFÂL-4: Ulâike humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onların Rab’lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır.

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
13/RA'D-29: Ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti tûbâ lehum ve husnu meâb(meâbin).
Âmenû olanlar (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefsi ıslâh edici amel) yapanlar ne mutlu onlara ve meabın (sığınağın) (en) güzeli onların.

•    Bir insanın Allah zikredildiğinde kalbinin titremesi, onun huşû sahibi olduğunun işaretidir.

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

•    Huşû sahibi olanlar, ölmeden evvel ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına inananlardır.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


•    Allah, Allah’a ulaşmayı dileyen âmenûları Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

•    Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) mutlak surette hidayete erenlerdir.

2/BAKARA-137: Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm(alîmu).
Bundan sonra eğer onlar da, sizin O'na (Allah'a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi o takdirde hidayete ermiş olurlardı. Ve eğer dönerlerse (yüz çevirirlerse), böylece o taktirde onlar, sadece bir ayrılık içinde olurlar (Allah'ın yolundan ayrılmış olurlar). Allah, (onlara karşı) sana kâfi gelecektir. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.

•    Hidayet, Allah’a ulaşmaktır. İslâm dînin temelidir. Olmazsa olmazıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
   

Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi neden kurtuluşa eremez?

Kur’ân-ı Kerim’e göre Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi kurtuluşa erecek olan hak mü’min değildir. Çünkü;

1. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi dalâlettedir.

7/A'RAF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).

2. Şirktedir.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


3. Hüsrandadır.

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).

4.Allah’ın dostu değil, şeytanın dostudur.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

5.Allah’ın kulu değil, şeytanın kuludur.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

6.Küfürdedir.

30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.

7.Takva sahibi değildir.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

8.Hak Mü’min değildir.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

2/BAKARA-223: Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
Kadınlarınız sizin için tarladır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yaklaşın. Ve kendiniz için (derecelerinizi arttıracak ameller) takdim edin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na mülâki olacağınızı (kavuşacağınızı) bilin. Ve mü'minleri müjdele.

9.Allah’ın âyetlerinden gâfildir.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10. Amelleri boşa gidenlerdir.

18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
11.Gidecekleri yer kazandıkları dereceler karşılığı kesin olarak cehennemdir.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

12.Hidayette değildir.

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar)..

Kişiyi bütün bu negatif faktörlerden kurtaran tek anahtar vardır, Allah’a ulaşmayı kalben dilemek… Hak mü’min olmanın da hidayete ermenin de, İslâm’ın 4 teslim emrini yerine getirmenin de olmazsa olmaz şartı budur.   

SONUÇ: Bir insanın Hakk mü’minlerden olabilmesi kişide 7 inanç, 7 kalp ve 4 vasıf şartının oluşmasına bağlıdır.

7 İNANÇ ŞARTI:


1.    Allah’a inanmak
2.    Allah’ın meleklerine inanmak
3.    Allah’ın kitaplarına inanmak
4.    Allah’ın resûllerine inanmak
5.    Kıyâmette beas edileceğine inanmak
6.    Hayrın Allah’tan şerrin kendi nefsimizden olduğuna inanmak
7.    Ölmeden evvel ruhunu Allah’a ulaştıracağına inanmak.

7 KALP ŞARTI:

Allah’a ulaşmayı dileyen kişide Allahû Tealâ 7 kalp şartını oluşturur.
1.    Kişinin kalbindeki idrake mani olan engeli; ekinneti alır.
2.    Kişinin kalbinde bulunan mührü açar.
3.    Kalbe ihbatı koyar.
4.    Kalbe hidayetle ulaşır.
5.    Kalbi kendisine döndürür.
6.    Kişinin göğüsten kalbe bir nur yolu açar.
7.    Allah kişinin kalbine imânı yazar.

4 VASIF ŞARTI:


Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ’nın o kişi için bir garantisi vardır. Mutlak surette o kişinin kalbine mürşid sevgisi verecek ve o kişiyi Kendisine ulaştıracaktır. Mürşidine tâbî olan kişide 4 de vasıf şartı oluşur.

1.    Kişi mürşidine tâbî olduğu anda ruhu vücudundan ayrılıp Sıratı Mustakîm’e ulaşır.
2.    Fizik vücudu güçlenmeye başlar.
3.    Nefsi tezkiye olmaya başlar.
4.    İrade güçlenmeye başlar.
İslâm ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimini içeren bir bütündür. Ve hiç kimse 7 inanç, 7 kalp ve 4 vasıf şartını yerine getirmeden bu bütünü yaşayamaz, hak mü’minlerden olamaz.


 

Kur'ân'daki İslam » İman, Mümin, Hak Mümin

 
Üye Girişi
e-posta
Parola
Beni hatırla
 
Araçlar
       
facebook  googleplus  Twitter  Delicious  Digg this