İslam Alemi, Allah'a Ulaşma Dileğini Unuttu |
Anasayfa 111 » Kur'ân'daki İslam » İslam Alemi, Allah'a Ulaşma Dileğini Unuttu --- |
“Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbinin emrindendir.” (İsrâ-85) Hayatımız boyunca arzularımızın peşinden koşan bizler, acaba neden yüreğimizin özlemini dindirmenin yolunu bir türlü bulamıyoruz? Neden birçoğumuz onun gerçekte ne aradığını, ne istediğini kestiremiyoruz? Bunca koşuşturmanın, bunca arayışın içinde acaba asıl aradığımız, asıl beklediğimiz kim?
Kaldı ki Kur’ân-ı Kerim seveni sevgiliye kavuşturan yegâne yol göstericidir. Aşkın sahibi Allah’tır. Ve o sonsuz sevgisine binaen yeryüzünün halifesi olarak insanı ve insanın varlığını sürdürebilmesi için de, her zerresine hakikatini nakşettiği kâinatı var etmiştir. Ve yine o çok seven Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’indeki 25 âyet-i kerimede “Allah’a mülâki olmak” kavramından söz etmiş ve bütün insanlığa Allah’a mülâki olma sorumluluğunu yüklemiştir.Mülâki olmak; ulaşmak, kavuşmak anlamına gelir. İnsanın manevî tekâmülünde ise son derece hayatî önem arz eden bir vetiredir. Allahû Tealâ tüm zamanların hayat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’de bütün insanlara dünya hayatını yaşarken Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ulaşmayı) farz kılmıştır. Kâinatın tek dîni olan babamız Hz. İbrâhîm’in hanif dîni de işte bu Allah’a ulaşma farziyetine dayalıdır. Fakat ne yazık ki günümüz İslâm tatbikatında bu farziyet unutulmuştur. İnsanlar sahih olmayan, uydurma bir hadîse dayalı olarak İslâm’ı İslâm’ın 5 şartına indirgemişlerdir. Bu beş şartın içinde Allah’a ulaşmak yoktur. Kur’ân-ı Kerim’e göre Allah’a ulaşmak= HİDAYETTİR Ve Hidayet= DÎNİN TEMELİDİR. Allahû Tealâ hidayetin muhtevasını Bakara-120 ve Âli İmrân-73’de şek ve şüpheye mahâl vermeyecek bir biçimde ifade etmiştir. 3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir). 2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin). Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur. Dînin temeli hidayetse ve hidayet, Allah’a ulaşma farziyetinin adı ise o halde Allah’a ulaşacak olanın ne olduğunu da yine Kur’ân âyetleri ışığında incelemek gerekmektedir. Kaldı ki hidayetin muhatabı insandır ve Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını istediği şey de sadece insanı bağlamaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Kale men ehabbe likaallah'i e-habballahü likaehü. Ve men kerihe likaallahi kerihallahü likaeh; her kim Allah'a mülâki olmaya (ulaşmaya) muhabbet beslerse (severek arzu ederse) Allah da onu kendisine mülâki kılmaya muhabbet duyar.
İnsan; üç vücut, serbest irade ve aklın sahibi olarak bu dünya hayatına gönderilmiştir.
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. İnsan bu üç vücudun sahibi ise, o halde Allah’ın insanda Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şey nedir? Bu sorunun cevabını verebilmek için fizik beden, nefs, ruh, serbest irade ve aklın sorumluluğunu, Kur’ân-ı Kerim ışığında ayrı ayrı incelemek gerekmektedir. 1-Fizik bedenin Allah’a karşı sorumluluğu nedir? Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şey, insanın fizik bedeni midir?Hicr-26’da açıkça ifade edildiği gibi, fizik beden topraktan yaratılmıştır. Allah’ın kanununa göre her şey aslına rücu edeceği için, topraktan yaratılan fizik beden yine toprağa dönecektir; Allah’a ulaşması mümkün değildir. Allahû Tealâ Kalu Bela gününde bütün insanları üç vücut olarka huzurunda toplamış ve hepimizden yemin, misak ve ahd olmak üzere sözler almıştır.
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.” 5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri). Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. 36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır. Âyet-i kerimede açıkça ifade edildiği gibi, fizik bedenin ahdi Allah’a kul olacağına dair verdiği sözdür. Allah’a kul olmak da ancak Sıratı Mustakîm üzerinde olmakla gerçekleşecek bir husustur. Bu noktada akla gelen soru, Sıratı Mustakîm’in ne olduğudur ki, Allahû Tealâ bu sorunun cevabını da Kur’ân-ı Kerim’inde açıkça ortaya koymuştur. 15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun). Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.” Nisâ Suresinin 175. âyet-i kerimesinde Allah’a yönlendirilmiş olan Sıratı Mustakîm’in “İnsan ruhunu Allah’a ulaştırdığını” açıkça ifade edilmektedir. 4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır). En’âm-87 ve 88’de de Sıratı Mustakîm üzerinde olanların hidayet üzere oldukları net olarak görülmektedir. 6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık). 6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne). İşte bu Allah'ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
2. Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şey, insanın nefs vücudu mudur? Nefslerin Allah’a karşı sorumluluğu nedir?
5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne). Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar). Mudessir Suresinin 38, 39 ve 40.âyet-i kerimelerinde açıkça görülüyor ki, cennet ve cehennem hayatını yaşayacak olan nefs vücudumuzdur. Kıyâmet günü kimin günahları sevaplarından fazla ise onun gideceği yer cehennem, kimin sevapları günahlarından en az bir derece fazla ise onun gideceği yer de cennettir (Mu’minun 102-103). Nefs, fizik bedende bir rehinedir ve berzah âleminin varlığıdır. Bütün ölenlerin nefsi şu anda berzah âleminde bulunmaktadır, kıyâmete kadar da orada kalacaklardır. Kıyâmet günü ceza ya da mükâfata muhatap olacak olan da nefs vücutlarımız olacaktır. O halde nefsimizin görevi biz bu dünya hayatını yaşarken arınmak, nefsin kalbindeki karanlıkların yerini Allah’ın nurlarıyla doldurup tertemiz kılmaktır. O halde Allah’a ulaşma farziyetinin muhatabı insanın nefs vücudu değildir. 3-Serbest İrade Allah’a ulaşır mı? İradenin Allah’a karşı sorumluluğu nedir?
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun). Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren). Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur. Kaldı ki kurtuluşun yegâne anahtarı kişinin serbest iradesiyle yapacağı bir kalbî taleptir. Hidayete ermenin olmazsa olmazı, işte bu dilektir; hidayeti dilemek… “Yarabbi! Ben de ölmeden evvel Sana ulaşmak istiyorum. Ne olur beni de ermiş evliyalarından kıl. Ben de Sana ulaşanlardan olayım.” şeklinde bir talep kimin iç dünyasında yeşermişse, o kişi hidayete adımını atmış demektir. Henüz hidayete ermemiştir ama hidayeti dilediği için, Allah’ın birinci emrini yerine getirmiş ve hidayetin kapısından içeriye girmiştir. Bu bir tek dilek, kişiyi kurtuluşa ulaştıracak olan Kur’ân-ı Kerim şifresi aynı zamanda bir cennetin müjdesidir. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a ulaşmayı dileyenler cennetle müjdelendiği gibi (Zumer-17), dilemeyenler de cehenneme gidecekleri konusunda uyarılmışlardır (Yûnus-7 ve 8). 39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele! Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. O halde İrade için Allah’a ulaşmak söz konusu değildir. Allahû Tealâ seçim hakkını kişinin serbest iradesine vermiştir. Kişi kendi seçimiyle cezayı ya da mükâfatı hak edecektir.
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi. Ruh, bütün insanlara emanet olarak verilmiştir. 33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen). Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir. Nisâ-58’de emanetlerin Allah’a teslim edilmesi emredilmiştir. 4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran). Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir. Allahû Tealâ Fecr Suresinde ruha seslenerek “İrciî ila Rabbike” emrini vermiştir. 89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten). Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak! “İrcîi” kelimesi, sadece dönüşü ifade eden bir kelime değildir. Kelimeni muhtevasında önce gelmek vardır, gelen bir şeyin tekrar geri dönüşü söz konusudur. O halde âyet-i kerimedeki “irciî” emrinin muhatabı, Allah’tan gelen ve Allah’a dönecek olan ruhtur. Buradaki dönüşü, “ölüm” olarak ifade eden ve yorumlayanlar şeytanın büyük bir tuzağının içine düşmüşlerdir. 30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın. Rûm-31’de Allah’a ulaşma dileğini farz kılan Allahû Tealâ, Şûrâ-13 ve Ankebût-5’de de bu farz emrin yerine getirilmesini kişinin serbest iradesiyle yapacağı seçime bağlamıştır. 42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır). 29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu). Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir. Fâtır Suresin 18.âyet-i kerimesinde de ruhun Allah’a dönüşünün nefsin tezkiyesine paralel gerçekleştiği görülmektedir. 35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru). Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır). Kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesiyle başlayan manevî tekâmül 7 safhada gerçekleşir.
İşte bu 7 safha ve 4 teslim, Kur’ân’ın bütününü oluşturmaktadır. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması söz konusu değildir. Allahû Tealâ Yûnus-7 ve 8’de Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin cehenneme gideceğini açık ve net olarak ifade etmiştir. 10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne). Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. O halde kişinin serbest iradesiyle yapacağı bir kalbî dilek, cennetin ve cehennemin tek ayırıcadır. Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi, Şûrâ-13’e göre mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Bundan sonraki takva kademeleri, kişinin kendi gayretine bağlı olarak gelişecektir. Unutulmamalıdır ki, bütün insanlar Allah’ın indinde birer evliya namzetidir. Her devirde Allah’ın velî kulları yaşamışlardır ve kıyâmete kadar da yaşamaya devam edeceklerdir. Bize düşen bir an evvel Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın bizim için tayin ettiği hidayetçiye tâbî olmak ve sahâbe gibi Kur’ân’ın bütününü hayatımıza tatbik etmektir. Bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyoruz ki;
Bir sonraki yazımızda aslî mecrasından saptırılan bir başka Kur’ân-ı Kerim kavramını ele almak üzere sizi en sevgiliye emanet ediyoruz.
|
Kur'ân'daki İslam » İslam Alemi, Allah'a Ulaşma Dileğini Unuttu
|